(21 Mayıs’ın ardından…) Yol ayrımı:
Demokrasiye
mi inanacağım, darbecilere mi katılacağım?
Ertuğrul MAT (*)
5 Şubat 1964 tarihli
gazeteler Talat Aydemir, Fethi Gürcan ve Osman Deniz hakkındaki idam kararının
Meclis’te ikinci defa onaylandığını yazıyordu. Bu haberi okuyunca daldım… 1963
yılının ilk aylarını hatırladım.
Bir gün yazıhanede
otururken, İstanbul Mahmutpaşa
esnafından Mendilci Mehmet Bey ile dört arkadaşı geldi.. Mendilci Mehmet,
Türkiye Milli Talebe Federasyonu folklor ekibine Azeri oyunları öğreten Halil Boyu’nun
Mahmutpaşa’dan arkadaşıydı. Buyur ettim. İçlerinden birini gözüm ısırıyordu.
Hatırlamakta gecikmedim. İstanbul Erkek Lisesi’nde milli savunma dersine gelen
Binbaşı Nihat Çonguroğlu’ydu.
Tabii ki Nihat
Binbaşının dört beş defa girdiği bir sınıftaki herkesi hatırlaması mümkün
değildi, karşılaşmamız da bir tesadüftü.
Mehmet Bey, gelenleri
takdim etti. Talat Aydemir’in dava arkadaşları Emekli Albay Cevat Kırca, Osman
Deniz, Nihat Çonguroğlu ve Veteriner Üsteğmen Vural Koktay.
Cevat Kırca, “Ertuğrul Bey, Mehmet Bey’in sizden
bahsetmesi üzerine, sizi araştırdık. Halk sizi seviyor ve size güveniyor.
Yakında tekrar ihtilal yapıp idareye el koyacağız. Bu sefer İsmet Paşa da mâni
olamayacak. Hemen yeni bir kurucu meclis toplayacağız. 27 Mayısçıların yaptığı
hatayı yapmayacağız. Bu meclis halkın sevdiği isimlerden müteşekkil olacak. Bu
mecliste sizi Bursa temsilcisi olarak görmek istiyoruz” dedi.
Ben bu teklife, “İsmet Paşa’nın aleyhine yazdığım için
buraya geldiğinizi anlıyorum. Ben İsmet Paşa’yı sevmem; ama çok takdir ederim. Anlıyorum ki,İsmet
Paşa’nın gücünü küçümsüyorsunuz..Danton’un
Ropespieri’i küçümsediği gibi..
Fransız İhtilali’nden sonra ünlü Danton’a ,‘Robespier seni giyotine gönderecek. Kaçmalısın’
dediklerinde, ‘Biz bu topraklara topuklarımızdan çakılıyız. Kaçamayız. Onlar da
buna cesaret edemezler’ cevabını vermişti. Sonra giyotine gönderilirken
arkadaşlarıyla vedasına izin verilmeyince, ‘biraz sonra sepette kellelerimizin
öpüşmesine de mâni olabilir misiniz?’
demişti. Sizin bu faaliyetlerinizi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kantininde kahve içen
yıllanmış talebe demokrat Erol’dan ,Zeytinburnu Demokrat Parti Kadın Kolları
Başkanı Kadriye’ye kadar herkes biliyor.
Ama siz İsmet Paşa’yı tanımıyorsunuz. Böyle devam ederseniz Danton’un
tabiriyle kelleleriniz sepette öpüşür ” diye cevap verdim.
Fransız tarihinin bu
önemli sayfasını iyi biliyordum,; çünkü, 27 Mayıs gecesi Eskişehir’de kaçması teklif edildiğinde ,Menderes de “Biz
de Danton gibi bu ülkeye topuklarımızdan çakılmışız” demişti.
Sonra da ,“Eğer bir şey yapar ve başarırsanız,
radyoda okuyacağınız ihtilal tebliğinizde ‘Yassıada yapılan ve devam eden zulme
son verilecektir’ derseniz, halk askerle barışır” diye ilave etmiştim.
Cevat Kırca, “Ben Fatin Rüştü’nün akrabasıyım. Talat
Bey’le konuşacağım. Bu tavsiyeniz mümkün olabilir. Lütfen bizi reddetmeyiniz.
Temasımızı muhafaza edelim” dedi.
Aradan bir iki hafta
geçmişti ki veteriner üsteğmen ile Mendilci Mehmet tekrar Bursa’ya gelip beni
İstanbul’a davet ettiler. Zaten hafta sonlarında İstanbul’a gidiyordum. Beraber
yola çıktık. İstanbul’da Fatih Çarşamba’da ahşap bir eve gittik. Orasının Cevat
Kırca’nın evi olduğunu söylediler. Duvarlardan birinde, Fatin Rüştü’nün resmi
asılıydı. Cevat Bey kahve ikram etti.
“Selim Paşa sizinle görüşmek istiyor. Bu davete icabet etmenizi rica edeceğim.
Bu buluşmadan sonra, belki fikriniz değişir. Ayrıca Cevat Kırca’ya yaptığınız
tavsiyenizin de dikkate alınması karargâha arz edilmiştir” dedi.
Ertesi gün veteriner
üsteğmen, beni Taksim Sıraselviler’de bir apartmanın ikinci katına götürdü.
Selim Paşa büyük bir masanın üstüne serdiği askeri haritalar üzerinde
çalışıyordu. Bize baktı.. “Hoş geldiniz”
deme lüzumunu bile duymadan, “Bursa
civarındaki askeri birliklerin yerlerini biliyor musunuz?” diye sorunca,. “Yine bize asteğmen muamelesi çekiyorlar” diye
düşünmüş ve “Paşam, size söyleneceklere değil, önünüzdeki askeri haritaya inanın” cevabını
vermiştim...
Biraz sonra müsaade
isteyip oradan ayrıldık. Apartmanın kapısından ayrılırken veteriner üsteğmene, “Bütün komutanlarınız böyleyse yandınız”
dedim.
Bu olaydan tam 48 sene
sonra 22 Şubat 2011 tarihli Sabah gazetesindeki köşesinde Refik Erduran, benim
teşhisini doğrulayan şu satırları yazmıştı:
“(Medine Savunucusu) Fahrettin Paşa’nın oğlu Selim, Türkkan
Teyzemin kızıyla evli, halim selim bir adamdı. Generallikten emekli olduğu
yıllarda bir gün Nermin Ablamı ziyarete gittim; kapıda onunla karşılaştık.
Elinde gazete kâğıdına sarılı uzun bir şeyle koşarak uzaklaştı.
Kafadarlarıyla sözleşmişler; radyoevini basıp darbe
yapacaklarmış. O gün tutuklandı, epeyce yattı. Tam operet olayıydı.”
21 Mayıs ihtilal
teşebbüsünün akamete uğramasından sonra Erol Ergüneş’ten dinlemiştim. Selim
Paşa, gecekondu semtlerinde yaşayan bazı Demokrat Partililerden bir halk
direniş grubu kurmuş ve Onlara 21 Mayıs gecesi Unkapanı Köprüsü’nü
tutmalarını, tanklar geçtikten sonra da
köprünün açma kapa mekanizmalarına el koyarak köprüyü açmaları talimatını
vermiş; ihtilal anons edilir edilmez, kendilerine silah dağıtılacağını da
söylemiş.
Demokrat Parti’nin ocak,
bucak teşkilatlarında siyasetin bütün inceliklerini yaşamış olan bu “halk temsilcileri”, bu işin
zorluklarını ve tehlikelerini Selim Paşa’dan daha iyi bildikleri için bu
talimatları tebessümle karşılamışlar, ama, yaşanacak olaylara şahit olmak da
istemişler..21 Mayıs gecesi anons yapılıp Osman Deniz de İstanbul Radyo evini
ele geçirmek için harekete geçince, Selim Paşa da elinde bir makineli tüfekle
caddeye çıkmış, bir taksiye atlamış ,İstanbul Valiliği’ne doğru yola koyulmuş ,
şoföre de radyoyu açmasını söylemiş. Biraz sonra Ankara Radyosu’ndan Ali
Elverdi’ nin “İhtilal teşebbüsünün
bastırıldığını” haykıran sesi duyulunca
şoföre, “Derhal geri dön”
demiş, Sıraselviler’deki evinin kapısı önünde arabadan telaşla inerken de,
elindeki otomatik tüfek ateş alınca, taksinin arka kapısında kocaman bir delik
açılmış. Parasını da alamayan şoför, doğru 1. Ordu Karargâhı’na gitmiş, olayı
anlatınca da bir üsteğmen bir ciple giderek, Selim Paşa’yı evinden almış.
21 Mayıs’a giden
süreçte Bursa’da yaşananlar
Cevat Kırca ve Selim Türkan’la görüştükten sonra Bursa’ya
dönüp akrabam olan Bursa Milletvekili Ekrem Paksoy’la konuşup benimle kurulan
temas hakkında bilgi verdim. Bir iki hafta sonra vilayetten telefon edilip
İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata’nın beni
Çelik Palas Oteli’nde beklediğini söylediler.Gidip bildiklerimi ve
gördüklerimi anlattım. Anlattım; çünkü,
21 Şubatçıların pervasız ve tedbirsiz davranışlarını görüp İsmet
Paşa’nın sanki içlerindeymiş gibi hazırlıkları takip ettiğine inanıyordum.
Cevat Kırca ve
arkadaşlarının benimle, benim de güvendiğim arkadaşlarımla yaptığım
temasın tespit edildiğini düşünüyor ve etrafımıza bir koruma duvarı
örüyordum.Hıfzı Oğuz Bekata,beni
dinledikten sonra sadece,
“Düşünceniz ne?” diye sorunca, dedim ki: “İçimizdeki yangını söndüreceklerini söyleseler de biz ihtilalcilerle
beraber olamayız.”
Çelik Palas’tan
ayrıldıktan sonra güvendiğim arkadaşlarımla bu görüşmenin detaylarını
paylaştım.18 Mayıs 1963 tarihinde İstanbul’da Halaskar Gazi caddesi’ndeki Site Sineması’nın giriş holündeki pastanede
Fatoş’la oturup evlilik hazırlıklarını konuşurken, Osman Deniz’in bize doğru
geldiğini görünce, Fatoş’tan müsaade isteyip, yanına gittim. Osman Deniz,
harekât gününün 21 Mayıs olarak kesinleştiğini söyledi.O akşam Bursa’ya dönüp
Hüseyin Aykut, Vahdettin Koyuncu, Camcı Mümin ve Mehmet Sertgenç’le gelişmeleri
nasıl takip edeceğimizi konuştuk. Bir plan yaptık.Bursa Emniyet Müdürü Adnan
Çakmak, eski bir subay olan Hüseyin Aykut’un devre arkadaşıydı. Hüseyin
Aykut’un bir şeyden haberi yokmuşçasına, o gece emniyet müdürüne uğramasını
kararlaştırdık.
Ben de bekârdım ve
genellikle akşam yemeğinden sonra yazı yazdığım Hâkimiyet gazetesine gider, hem gece sekreteri Feridun’la muhabbet
eder, hem de saat 23’e doğru Çelik Palas’tan yemekten dönen Hayri Terzioğlu’yla günün siyasi
gelişmelerini tartışırdık.Genellikle gazetenin manşeti de bu konuşmalara göre
şekillenirdi.
21 Mayıs gecesi saat
21’e doğru Feridun’a telefon ederek, “Bu
akşam sayfayı erken bağlama, ben on ikiye doğru gazeteye geleceğim beni bekle.
Hayri Bey’e de beklemesini rica et .Tam gece yarısı da radyoyu aç ” dedim.O
gece teyzemin evindeydim.Saat 24’e birkaç dakika kalınca Yeşil Kahvesi’ne Ali
Osman Kantar’a telefon edip “Radyoyu aç.
İhtilal anonsu yapılacak, Yassıada’yla ilgili bir şeyler söylenirse arkadaşlar
orada toplanacak, sen de oradan ayrılma, ben gazeteye gidiyorum.Sonra, ben de
kahveye geleceğim ” dedim. O akşam
İstanbul Tıp Fakültesi’nde okuyan Fatoş
da kaldığı yurtta radyoyu açmış,
ihtilal anonslarını duyunca, nasıl bir adamla evleneceğini düşünmüştü.
Gazeteye gittiğimde,
Hayri Terzioğlu ile Feridun Evrenesoğlu’nu heyecan içinde beni beklerken
buldum. Radyodaki anonsu, önceden öğrenip, kendilerine bildirenden, radyoda
duyduklarından daha fazlasını öğrenmek istiyorlardı. “Yassıada mazlumlarıyla ilgili anons yok. Bu sebeple İstanbul’da
Eminsu’lar ve gecekondu milisleri desteklerini geri çekip ayaklanmaya iştirak
etmezler, İstanbul’un desteği olmazsa Ankara başaramaz” deyip Feridun’a, “Vali Fahrettin Akkutlu’yu ara ve makamına
gelmesini tavsiye et” dedim.
Vali bey Feridun’a
“Ben de vilayete gidiyorum” cevabını verince Feridun, “Biz de makamınıza
gelip sizin istihbaratınız ile bizim gazetenin istihbaratını karşılaştırır, siz
vali olarak, biz de gazeteci olarak daha sağlıklı yorum yaparız” demişti. Biraz sonra,
Feridun’la beraber valinin yanındaydık. Sabah saat 4’e doğru 21 Mayıs ihtilal
teşebbüsünün bastırıldığı belli oldu ve
hepimiz evlerimize döndük.
21 Mayıs başarıya
ulaşsaydı, Bursa’daki bir avuç insan ne yapacaktık? Hiç… Ne yapabilirdik ki?
Peki, niçin bu insanları askeri kalkışma hakkında önceden bilgilendirmiştim?
Bunu yaparak ve bazı hadiseleri önceden haber alabildiğimi göstererek, bana
duyulan saygıyı kuvvetlendirmek ve parti içinde başlayacağım mücadelede
liderliğimi tescil ettirmeyi planlamıştım. Ve bunu başarmıştım.
21 Mayısçılar
yargılandılar, 7 kişi idama mahkûm oldu: Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman
Deniz, Cevat Kırca, Ahmet Gücal, İlhan Baş, Erol Dinçer. Beni ziyarete
gelenlerden Osman Deniz ve Cevat Kırca idama; Nihat Çonguroğlu müebbet hapse
mahkûm oldular. Veteriner Üsteğmen Vural
Koktay, Osman Deniz’le İstanbul Radyoevi’ni basmasına rağmen, direnen ve bir aralık
kaçmayı başaran çavuşu yakalamak için peşinden koşmuş, sonra da ihtilal
teşebbüsünün bastırıldığını duyunca geri dönmemişti. İhtilalci arkadaşları da
ketumiyet ilkesine riayet ederek üsteğmenin adını ifşa etmemişlerdi. Yargıtay,
Cevat Kırca, Ahmet Gücal ve İlhan Baş’ın cezalarını bozdu. Meclis ve Senato’da
yapılan müzakereler sonunda önce Erol Dinçer’in, sonra da Osman Deniz’in idam
cezaları kaldırıldı.
27 Haziran 1964 Cuma
günü saat 02.55’te Fethi Gürcan’ın, 5 Temmuz1964 Cumartesi günü saat 02.50’de de
Talat Aydemir’in idam cezaları infaz edildi. Biraz sonra infazın yapıldığı
cezaevinden gülerek çıkan Ankara Valisi Enver Kuray, gazetecilere, “Beş dakika evvel iş bitti. Herif hâlâ
sallanıyor” diyordu.Enver Kuray,
Yassıada’nın zalim savcısı Altay Ömer Egesel’in eniştesiydi… Gel de, “aile boyu sadizm…” deme..
****
27 Mayıs’ın ilk yıldönümünde konuşmak ..
1965 seçimlerinden sonra kurulan ilk Demirel Hükümeti’nde
Seyfi Öztürk de Devlet Bakanlığı’na tayin edilmişti. Yassıada savcılarından
Fahri Öztürk, Seyfi beyin kardeşiydi. Ayrıca Seyfi bey,27 Mayıs’tan sonra
ihtilalciler tarafından kurucu Meclis’e de seçilmişti. Sonra da Osman
Bölükbaşının yanında yer almıştı. Bu sebeple kabine de yer almasına hem kabine
içinde, hem de meclis grubunda büyük tepki vardı. AP Genel İdare Kurulu’nda bu tepkiler dile
getirilince Demirel,27 Mayıs’ın Milli Bayram olarak dayatıldığını ve
kutlandığını hatırlatarak arkadaşlarına sormuş”27 Mayıs’ı anma törenlerinde kabine adına kim konuşacak?”
Hiç ses çıkmayınca
Demirel devam etmiş.” Bunu Seyfi beyden
daha iyi yapabilecek kimse yok. Hem
konuşur, hem de bizim duygularımızı rencide etmez.” deyince ,itirazlar geri
alınmıştı.
27 Mayıs’ı anma
törenlerinde konuşan ilk Demokrat Partili bendim. Hem 27 Mayıs’ın birinci yıldönümünde, hem de
Generallerin önünde. Aşağıda o
konuşmanın hikayesini bulacaksınız.
1961
yılının Mayıs ayına girdiğimizde bağlı bulunduğum,2.Bölük’e bölük kumandanı
olarak Tekin Yüzbaşı tayin edildi. İyi, şakacı
ve insan ilişkileri kuvvetli bir insandı.. Yedek Subay Doktor Bekir
ile Adli Subaylığa uğrayıp, çay içmeyi
seviyordu..
Adli subay yardımcılığı
yapan hukukçular ile doktor yedek subayların askerlikte ayrı değerleri vardı.
Bu sebeple muvazzaf subaylarla aralarında rütbe farkına bakılmaksızın sohbetler
yapılır, en sonunda, lâf döner dolaşır siyasete gelirdi.
Tabip Teğmen Bekir’ le
Tekin Yüzbaşı bu siyasi konuşmalar sırasında, benim ne mal olduğumu
anlamışlardı. Mayıs ayına girmiş 27 Mayıs’ın ilk yıldönümünün bütün kıtalarda ve yurdun her yerinde
kutlanması emri gelince, herkesi bir telaş aldı..
İskenderun’daki merasim,
Tümen kumandanlığıyla aynı kışlayı paylaşan
50. Piyade Alayı’nda yapılacaktı
ve bu merasime 59. Tümen
Kumandanı ve Karargah subaylarıyla
İskenderun’daki diğer bütün birliklerinin komuta kademesi iştirak edecekti.
Tekin Yüzbaşı, bana
kazık olsun diye, alay kumandanına, “Ertuğrul Teğmen’in ağzı laf yapıyor,
merasim konuşmasını o yapsın” demiş, sonra da adli subaylığa koşup, “Seni 27
Mayıs’ı överken dinlemek pek zevkli olacak” demişti.
Vazife tebliğ edilmişti.
O zaman “vicdani ret” hakkı filan da yoktu. Hazırlanıp,
merasimden bir gün evvel alay kumandanına gidip, “Komutanım, konuşma metnini
görmek ister misiniz?” diye sorunca, Albay, “Teğmen, yanlış bir değerlendirme
yaptık. Arkadaşlarının muzipliğine alet olduk. Sana güveniyorum, bu işin
altından yüzünün akıyla çıkacaksın.. ” cevabını vermiş ve konuşma metnini
okumamıştı.
“Bu gün burada
demokrasinin yanlış anlaşılması, demokrasinin hazmedilmemesi sonucunda,
toplanmış bulunuyoruz” diye başlayan öyle bir konuşma yaptım ki, zalim ile
mazlum, dinleyenlere göre değişiyordu.
Konuşmamı bitirip, selam verdim ve kürsüden ayrılıp protokol türbinindeki
yerime giderken Tekin Yüzbaşı, “Güzel konuştun. Ama çok mahzundun Teğmen”
deyince herkes bize bakmış, cevap da Namık Kemal’den gelmişti. “Ne yapayım
Yüzbaşım, ‘Vatan mahzun, ben mahzun.’
”Bu cevap, orada bulunan subayların çoğu tarafından duyulmuş,
konuşmadaki mazlum ile zalim , herkesin zihninde yerli yerine oturmuştu..
(*) Ertuğrul MAT: 14.
Dönem (AP) Bursa Milletvekili